Pazar, Haziran 8, 2025
Google search engine
Ana SayfaComo“Como’da huzurun ve sadeliğin, Garda’da yaşam coşkusunun izleri var”

“Como’da huzurun ve sadeliğin, Garda’da yaşam coşkusunun izleri var”

KIBRIS Gazetesi Genel Müdürü Pınar Savun, Kuzey İtalya’daki Como ve Garda Göllerine bir yolculuk yaptı ve bu büyülü göllerle ilgili izlenimlerini sizler için yazdı.

Kuzey İtalya’nın büyülü göllerinde; dinginlikle neşe, geçmişle bugün, yalnızlıkla paylaşım iç içe geçiyor. Como’da huzurun ve sadeliğin, Garda’da hareketin ve yaşam coşkusunun izleri var. Como ve Garda… İkisi de göl ama ikisi de çok farklı. Como daha içsel, daha yavaş. Garda daha dışa dönük, neşeli ve sosyal. Como huzur ve dinginlik veren bir film gibi, Garda renkli bir yaz dizisi.

Pınar SAVUN-Como-Garda Gölleri-İtalya

Como’dan Garda’ya bir rüya yolculuğu

Kuzey İtalya’da biri gizli bir şiir gibi dağların eteklerine kıvrılırken, diğeri güneşe göz kırpan bir tablo gibi uzanan iki ayrı gökyüzü yansıması… Como Gölü ve Garda Gölü… İşte her köşesinden bir hikaye fısıldayan bu iki gölün hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şehirden uzak, gölün kıyısına

Hem arınmak hem dinlenmek hem de huzur veren manzaralarda kaybolmak için can arkadaşım Mine ile birlikte ilk durağımız olan Milano’dan kiraladığımız araçla Como Gölü’ne doğru yola çıktık. İkimizin de sessizliğe, doğaya, bir kaçışa ihtiyacı vardı. Ama belki de en çok, birlikte susmaya, birlikte bakmaya…

Como’ya yaklaştığımızda, göl ilk kez göz kırptığında içimiz bir anda yavaşladı. Sanki bir şey “Şimdi nefes alabilirsiniz.” diyordu. Ve biz derin bir nefesle Como manzarasını içimize çekmeye başladık.

Como Gölü: Görsel bir şölen

Como merkezde fazla zaman kaybetmek istemedik. Biz hemen göle koşmak istedik. Arnavut kaldırımlar, göle bakan banklar, pastel tonlarda evler…  Zaman durmuş gibiydi ama o duruşun içinde bir derinlik vardı. Gölün çevresi, insanın içini çizen bir sessizlikteydi. Suyun sesiyle konuşan bir yerdi burası.

Kalacağımız yer, dağın yüksek bir  noktasındaydı. Buraya gelince gördüğümüz manzara karşısında kalakaldık. Büyülenmiştik. Como Gölü gözlerimizin önüne serilmiş, uzayıp gidiyordu. Dingin bir görünüşü vardı. Gölün üzerinde arkasında iz bırakarak süzülüp giden teknelere bakarken burada olmanın ayrıcalığını hissettik. Gölün üzerine düşen bulutların oluşturduğu görsellere, sisli havanın yarattığı gizeme ve gölü çevreleyen dağların yeşilliğine bakmaya doyamadık. Kalacağımız villa, gölü yukarıdan izleyen, etrafı ağaçlarla kaplı, sonsuzluk havuzu olan ve mimarisi ile büyüleyici bir etkiye sahip bir yerdi. Bu villa 65 yıl önce inşa edilmiş zengin bir İtalyan iş insanına ait bir yazlıkmış. Bu etkileyici villa şimdiki sahibi tarafından restore edilerek konuklara kiralanıyor. Biz de bu şanslı konuklardan biri olmanın mutluluğunu yaşadık. Sabahları kuş sesleriyle uyandık, gölün üstüne düşen sisin arasından gün ışığını izledik, manzaranın aurasının içinde kaybolduk. Hani bir yere bakarsınız ve doğanın, hayatın mucizelerini hissedersiniz ya işte öyle bir şeydi.

Akşamları bazen balkonda battaniyeye sarılıp sessizce oturduk. Bazen de dışarı çıkıp göl kıyısında yürüdük. Konuşmadığımız anlar, konuştuklarımızdan daha çok şey söyledi.

Bellagio: Masalın içinde bir kasaba

Kaldığımız villa, bir masal kasabası olan Bellagio’ya çok yakındı. Aracımızla on beş dakikalık bir sürüşün sonrasında bu büyülü kasabaya geçtik. Bu kasaba fazla güzel. Hani “Burası gerçek mi?” diye iç geçirten türden. Sokaklar dar ve yukarı doğru kıvrılıyor. Arnavut kaldırımları, sardunya dolu balkonlar, taş duvarlardan sarkan yeşil sarmaşıklar… İnsan bakmaya doyamıyor. Bellagio, Como’nun en zarif yerlerinden biri. Buraya gidenler kasabanın sunduğu muhteşem manzaralarda fotoğraf çekmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Bellagio’nun en ünlü ve en çok fotoğraflanan sokağında bulunan Aperitivi Wine Bar’a oturuyoruz. Yan masada İtalyan bir çift sessizce şarap içiyor. Burada göz göze gelen herkes gibi biz de birbirimize gülümseyerek sözlere gerek duymadan sokağın enerjisini ve neşesini paylaşıyoruz. Oturduğumuz yerin önünden farklı farklı ülkelerden burayı görmeye gelen değişik insan profilleri geçip gidiyor.  Farklı yaşam enerjileri birbirine karışıyor. Arka planda Andrea Bocelli çalıyor gibi geliyor ama belki de sadece hayal ediyorum.

Oturduğumuz yerden kalkıp göle doğru yöneliyoruz. Gölün kıyısına yaklaştığımızda buraya turistleri taşıyan vapurların geliş gidişleri ile karşılaşıyoruz. Vapurların siren seslerinin arasında bir yandan Bellagio’yu görme heyecanı ile vapurlardan çıkan yolcuları gözlerken diğer yandan bu güzel kasabadaki turunu tamamlayıp karşı kasabalara gitmek için vapurlara binmek üzere oluşan uzun kuyruklardaki insanlara bakıyoruz. Como Gölü çevresinde o kadar çok gezip görecek yer var ki hepsine gitmek mümkün değil. Seçici olmak gerekiyor.

Vapur bekleyenlerin arasına katılıyoruz. Sıra çok uzun. Bekleyecek olursak kısıtlı zamanımızı boşa harcayacağımızı düşünüp başka alternatif aramaya başlıyoruz. Vapur iskelesine yakın sayılabilecek bir başka yerde tekne kiralandığını görüyoruz. Bu bizi heyecanlandırıyor. Hemen buraya gidip bir tekne kiralıyoruz.

Tremezzo: Zamanın dışında bir an

Teknemiz ile yola çıkıyoruz. Gölde yol alırken eşsiz manzaraları izliyoruz. Bir yandan da bu manzaraları ölümsüzleştirmek ve daha sonra bunlara yeniden bakabilmek için sürekli fotoğraf ve video çekiyoruz.  Gidilecekler listemizin başında olan Grand Hotel Tremezzo’ya yaklaştığımızda içimiz kıpır kıpır oluyor.

Turuncu beyaz renklerdeki dekoru ve tüm asaletiyle bize göz kırpan Grand Hotel Tremezzo’nun iskelesine teknemizi yaklaştırırken beyazlı turunculu üniformalarıyla iki iskele görevlisi yanımıza koşup teknemizi bağlayarak, iskeleye çıkmamıza zarafetle yardımcı oluyorlar. Kendimizi bir Hollywood sahnesinin içerisinde gibi özel ve şımartılmış hissediyoruz. Her şey beklediğimizden kat kat güzeldi. Otelin göle uzanan yüzme havuzu, suyun üstünde yüzüyor gibiydi. Otelin, restoranının dekoru ve restoranın alengirli sunumları göz alıcıydı. Manzaraya karşı yemeklerimizin siparişini verip içeceklerimizi yudumlarken, sessizce göle bakıp içimden doğanın tüm güzelliklerine şükranlarımı gönderiyorum.

Tremezzo: Sessizliğin örtüsü

Yemeklerimizi yedikten sonra Tremezzo’da kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Diğer kasabalar gibi kalabalık değil. Sanki Como’nun sırlarını saklayan bir yer burası. Taş duvarlar, begonviller, küçük bir kilise ve göle uzanan dar bir iskele. Aslında Tremezzo’da zaman değil, hisler ağır akıyor.

Tremezzo’ya gidip Villa Carlotta’ya uğramamak olmazdı. Biz de öyle yapıyoruz. Harika bir botanik bahçesine sahip olan Villa Carlotta’yı geziyoruz. Aynı zamanda bu etkileyici villa, Antonio Canova, Bertel Thorvaldsen ve Giovanni Migliara gibi heykeltıraşların; Francesco Hayez gibi ressamların eserlerinin ve önceki sahiplerinin mobilyalarının yer aldığı bir müze. Yolunuz Como’ya düşerse buraya uğramadan gitmeyiniz.

Zamanın nasıl aktığını hissetmediğimiz Tremezzo’dan ayrılmak bizim için inanın çok zor oldu. Demir alıp bir başka kasabaya doğru yönelirken, gözlerimizi Tremmezzo’dan alamadığımızı fark ediyoruz. Birden hafif bir rüzgâr başlıyor. Rüzgârla birlikte teknemiz de sallanıyor.  Saçlarımız rüzgârda hafif hafif savrulurken, gökyüzünün suya yansıyan rengi ile karışan gölgelere bakarak ilerliyoruz.

Az sonra yeni bir kasabaya demir atıyoruz. Nesso isimli bu kasaba da cömert manzaralar sunan bir yer.

Como Gölü’nün doğu kıyısında, sarp yamaçlara tutunmuş küçük bir mucize gibi duran Nesso, doğayla tarihin sessizce kucaklaştığı bir köy. İki derenin birleşerek göle döküldüğü derin yarık içinden akan şelale, Orridodi Nesso, taş köprünün altından coşkuyla akarken, köyün kalbine de hayat veriyor. Dar taş sokakları, göle bakan eski evleri ve zamanın yavaş aktığı Nesso, bir masalın unutulmuş sahnesi gibi. Kalabalıklardan uzak, şelalenin melodisiyle uyuyan bu kasaba, göl kıyısında saklı kalmış bir huzur vadisi. Burası bizim Como’daki son durağımız oluyor.

Garda Gölü: Güneşin altında bir rüya

Sabah kalkıp Como’da biriktirdiğimiz anılarla Garda Gölü’ne doğru yola çıkıyoruz. Como’dan ayrılmak kolay olmuyor. Ama Garda’ya doğru yola çıkarken içimizde bir merak var. Garda Gölü, İtalya’nın en büyük gölü.

Garda’nın enerjisi daha canlı. Como gibi aristokrat değil, daha halktan, daha dışa dönük. Garda keşfine Sirmione kasabası ile başlıyoruz. İnce bir yarımadanın ucunda, Roma kalıntıları ve termal sularla dolu bu kasaba adeta tarih ve doğa arasında kurulan bir köprü. Kasabaya dar bir köprüden geçerek gösterişli kalenin yanından giriş yapıyoruz. Burası bende küçük bir Alaçatı hissi uyandırıyor. Sirmione daracık sokakları, dondurma kuyrukları, termal otelleriyle gölün içine doğru uzanıyor. Hava burada daha sıcak sanki.

Sirmione’nin taş sokaklarında yürürken burnunuza karışık meyve aromalarının tatlı çağrısı gelir; burası sadece tarihî kaleleriyle değil, dondurmalarıyla da büyülüyor. Göl kıyısındaki küçük gelaterialarda sunulan dondurmalar, tıpkı kasabanın kendisi gibi zarif ve özgün. Limonun ferahlığı, fıstığın kadifemsi dokusu ya da lavantalı dondurmanın sürpriz aroması… Her kaşık, güneşin altındaki bir yaz anısı gibi damakta iz bırakıyor. Sirmione’de dondurma yemek, sadece serinlemek değil, İtalya’nın tatlı bir sırrını keşfetmek gibi.

Şarap, zeytin ve sonsuz manzara

Garda’nın çevresinde küçük kasabalar var: Bardolino, Lazise, Riva del Garda… Her biri farklı tatta. Şarap bağları ve zeytin ağaçları arasında bisiklet sürüyoruz. Bir şaraphaneye girip yerel kırmızı şarap tadıyoruz.

Şarapta biraz toprak kokusu, biraz göl serinliği var.

İki göl, iki hal

Como ve Garda… İkisi de göl ama ikisi de çok farklı. Como daha içsel, daha yavaş. Garda daha dışa dönük, neşeli, sosyal. Como’da defter açarsınız, Garda’da sohbet başlatırsınız. Como huzur ve dinginlik veren bir film gibi, Garda renkli bir yaz dizisi ama işin güzelliği şu: Hayat her zaman sadece bir ruh hali değil. Bazen durmak, bazen akmak gerek. İki göl de bu dengeyi hatırlatıyor. Biri “kendi içine dön” diyor, diğeri “hayata karış.”

Veda: Aynada kendini görmek

Garda’dan ayrılmadan önce göl kıyısında oturuyorum. Elimde bir defter, birkaç satır yazıyorum.

Karşımda göl, uzakta Monte Baldo dağları. Como’yu düşünüyorum. Sonra Garda’ya bakıyorum. Farklılar ama ikisi de içime bir şey bıraktı. Belki bir tür huzur, belki de geçmişte kalan bir rüyanın izi. Belki de bir gölde, kendi yansımasını izleyen bir yolcunun hatırası.

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -
Google search engine

En Popüler